IŞIK AYLAN Moda burnu, dün sabah. Nadir yakalanan görüntülermiş. Bu olaya Polaris Girdabı deniyormuş. Bu bir toplu ve organize avlanma biçimi. Yunuslar kendi aralarındaki hiyerarşiyle koordine olup toplu yüzen küçük balıkları kıstırıyor, ortak hareket etme becerilerini sesle, dalgalandırmayla bozup panik yaratıyor, sersemletiyor mideye indiriyorlarmış. (Arkadan gelen ses yunusun kuyruğunu suya vurma sesi
https://video.twimg.com/ext_tw_video/1248936593097965568/pu/vid/720x1280/BaH-5fIKrEuAxVVy.mp4?tag=10
Bahaddin REŞİD Tam bir ekip çalışması. İstavrit çaparisinde bu olayı görmüştüm çocukken, anılarım canlandı. Yunusların pek anlaşılmayan birçok davranışı da var. Durup dururken havaya zıplayıp etrafında bir iki dönmeler, ters yüzmeler, daha bir sürü hareket ! Harika memeliler, görüntüler için çok teşekkür ederim.
Benim de aklıma, Laz takalarının mavzerle vurdukları 3 kamyon yunusun Şile limanından yüklenişi, limanın kan olması, kamyonların kasasından sarkan kuyruk/yüzgeç finlerinin görüntüsü gelir !!! “Yağı için fabrikaya gidiyor” demişlerdi, 1970’ler... Allahtan günümüzde böyle toplu katliamlar yok ama hala tek tük vurulmuş cesetleri vuruyor kıyılara. Bu kez sebep ağlardaki balıkları yemeleri ve keyfi vandalizm !
AHMET KABALİOĞLU Paylaşım için teşekkür ederim, şanslıyım daha önce defalarca gördüm, ama hiç kayıt alma şansım olmamıştı. İstavrit ve sardalya çevirirken bunu yaparlar. Havyar dökmek için kıyıya giren balıkları kıstırırlar, Karadenizde bunu Mayıs ortası Haziran ortası arasında yaparlar. Bazen palamut ocağını da çevirdikleri olur. Onları çevirdiklerinde kuyruk vurmazlar, kendileri yükselip gövde üzeri kendilerini bırakırlar. Daireyi öyle bir sağlama alırlar ki doymadan bırakmazlar. Bu sırada martılar ve deniz kuşları da yukarıdan palamutun kustuğu balıkları yemek için hücum ederler. Palamut hızlı kaçabilmek için kusar, genelde hamsi, çaça yada gümüş yemiştir. Bu balıklarda kuşlara ziyafet olur. Biz Yunusa İnebolu da "tifrin" deriz. Bu balığa dair güzel bir hatıram var ilk paylaşımım olarak sizle paylaşayım istedim. Gerçi Değerli dostlarım, abilerim; Cem Gür, Ali San, Mustafa Ertör, Ersin Böke ve Hakan Tiryaki daha önce okumuşlardır. Grubun paylaşım profiline uyar mı tereddüt ettim ama içinden çokça deniz geçiyor umarım beğenirsiniz. Buyrunuz; Uzatmacılık Günleri -1
Palamut göçmen bir orta su balığıdır. Karadeniz’de Batı – Doğu ve Doğu – Batı doğrultulu göç eder. Bu göçü sırasında balıkçılar da palamutu avlamaya çalışırlar. Şimdiler de 1 Eylül den önce avlanılması yasaktır. Eskiden 15 ağustostan itibaren avlanılırdı. Fakat şimdiki gibi gırgır teknolojisi ve elektronik avcılık olmadığı için hiçbir zaman çoklu adetlerde avlanılamazdı. Palamutu avlayabilmek için bir çok bileşenin bir araya gelmesi gerekiyordu. Uygun hava, ay ışığı, ay karanlığı, balığın büyüklüğü, denizin sıcaklığı hepsi etkiliydi. Hepsi uyumlu olacaktı ki üstüne birde şansınız yaver gidecek ve balığı avlayabilecektiniz.
İşte o zamanlarda biz gündüzleri ve ay karanlığı olan geceleri voli ağlarıyla, ay ışığı olan gecelerde uzatma ağlarıyla palamut avlamaya çalışırdık. Uzatma ağı dediğimiz ağ kıyıdan açığa doğru denize dökülür mantar yakasın suyun üzerinde olan bir yüzer ağdır. Gemilerden ve seyir halindeki diğer teknelerden korumak için yalı çımasında(kıyı şamandırasında) sandal yada ışıklı fener bekler, deniz çımasında ise(yani açık şamandırasında) ağı döküp çeken ana tekne beklerdi. Yaklaşık 1,5-2saat aralıklarla dökülüp çekilirdi. Dökülüp çekilir derken, dökmek yani denize sermek 15 dakika geriye toplamak ise balık durumuna göre 1,5-3 saat arası sürerdi. Balık çok olduğunda ise 5-6 saati bulduğu olurdu.
Uzatma ağı denize serilirken bizim teknemizde kıyı çımasında sandala en yaşlı en deneyimli denizci bırakılırdı. Beraberinde bir demlik çay, bir somun ekmek, zeytin, peynir, helva bırakılır birde içme suyu vardır. Ayrıca güçlü bir el feneri ve lüks bırakılırdı. Sandal dediğimiz 4,20 boyunda kürekli bir kayık işte. Ayrıca teknede bekleyecek olan gemici çok sıkı giyinmek ve üşümemek zorundadır. Çünkü sandal küçük olduğu için fazla hareket edilmediğinden mutlaka üşürdünüz. Burada sessizce ağa bağlı durur ağa doğru gelen teknelerin makine sesini dinlerdiniz. İki ana göreviniz vardı. Birincisi ağın üzerine gelen bir tekneyi açığa yönlendirip ağa bindirmesini engellemek, ikincisi ise ağa bir balık ocağı yaklaştığında ağın etrafından dolaşmayıp ağa takılsın diye balığın arka tarafına dolaşıp ışık tutup, taş atıp, sırık yada labut (tuvalet pompalarının kocaman olanı) ile ses çıkartıp balığı ürkütüp ağa takılmasını sağlamaktı.
Çok küçük yaşlardan itibaren uzatma teknesinde bota ikinci olurdum. Yani sandaldaki ikinci kişi. Özellikle akşam avlarında deniz yumuşamadığı için rüzgar olmamasına rağmen ölü denizler olurdu. Beni sandal da büyük tekneye göre daha az deniz tutardı. Bu yüzden akşam avlarında mutlaka sandala gönüllü ikinci olurdum. Bu uzatmacılık ay ışığı olduğu gecelerde yapılır. Çünkü ay karanlığı olduğu zaman denize döktüğünüz ağ yakamoz yapar ve balık bunu görür. Ardından ağı elleyerek yani ağ boyunca yüzerek boşluk bulduğu yerden geçer kurtulurdu. İşte bu ay karanlığı olduğu zamanlarda alacakaranlıktan istifade etmek için sadece sabah ve akşam ağ dökülürdü. Birde bu avcılık balığın göçünden dönüşü esnasında yani doğudan batıya yani İstanbul Boğazına dönüşü sırasında verimli yapılırdı. Çünkü palamutlar artık yavrularını büyütmüş kışı geçireceği yerlere doğru kalabalık ocaklar halinde durup dinlenmeden yollarına giderler. Hızları ise müthiştir. Bir günde Sinop’tan İnebolu’ya gelebilirler.
Bu ortam hatırlatmasından sonra gelelim hatıramıza. İşte ay karanlığı olan bir akşam gece volicilik yaptığımız için akşamdan bir av yapıp dönüp voliye gideceğiz. Ya da uzatma teknesini koyluk bir yere demirleyip voli teknesiyle gece ava devam edeceğiz. Bu nedenle ekibin çoğunluğu gündüzde çalışıp yorulduğu için voli teknesinde yada limandaki kulübelerimizde dinlenmekteler. İşte biz o akşam üç kişi denize çıktık. Zaten ağ toplamaya başladığımızda diğerleri de gelecekler. Uzakta da değiliz aslında evimizin ve mahallemizin karşısındayız. Aşırı heyecanlıydım o akşam ben botta tek başıma kalacaktım. Hiç unutmam orta üçe geçmiştim.
Daha önceki hatıralarda adı geçen Aykut Reis, ben ve babam teknede üç kişiyiz. Çok kısa sürede av suyuna geldik. Hemen iskandil ettik. Derinlik 7 kulaç ve akıntıya baktık. Dere gibi karayel suları var. Bu demek oluyor ki ağı döktüğümüz yerden doğuya doğru akacaktık. Bizim ağımız bölgedeki en uzun uzatma ağı idi. Tam dokuz boy yani 3000 metre civarındaydı. Bu kadar uzun ağı denizde bu akıntıda düz tutmak bile bir marifetti. Bu yüzden kıyının akıntısına açığın akıntısına ayrı ayrı bakıyorduk. Bir taraf daha az akıyorsa ona göre ağı dökerken az akan yerden çok akan yere doğru çaprazlık veriyorduk. Buna koltuk yapmak deniyordu. İşte bu günde açığı çok akıyordu bu yüzden karayele koltuk yapacaktık.
Ben eşyalarımı aldım bota atladım. Bot dediğimiz bildiğiniz sandal. El feneri kontrolü yeni piller falan. Lükse gaz doldurdum. Hava kararınca yakacağım gaz bitmesin diye erkenden yakmıyoruz. 250 mumluk hala kullandığımız pırıl, pırıl bir lüks.(kucağımdayken düşüp yanağımı yakmışlığı bile vardır.) Yiyecek, içecek, battaniye bile aldım sandala. Zaten hava süt liman. Ekim başı, kestane karasından hemen sonrası, havanın son sıcakları ama deniz havadan daha sıcak neredeyse. Ayrıca belirtmekte fayda var o zamanlar telsiz telefon vs. yok. İletişim tamamen görsel. Ağ bozulmasın denizde düzgün dursun diye son ana kadar dökmeden bekliyoruz. Sahildeki caminin minaresinde ışıklar yandı ve vakit geldi. Ağ mola edildi ve ana tekne benden yavaşça uzaklaşmaya başladı. Kısa sürede iyice uzaklaştılar bir müddet sonra göremeyecektim zaten. Bu sırada elimdeki fenerle eve işaret verdim ve ardından babaannem sofanın ışığını(bizim ahşap evlerde salona sofa denir) üç kere yaktı söndürdü. Bizi izlediklerini biliyordum. Rahmetli babaannem elinde eski bir dürbünle bakar durur bizleri takip ederdi.
Hava kararmaya başladı. Zaten büyük kayık benden iyice uzaklaştı artık .Deniz dalgasız olduğu için ayağa kalkınca görebiliyorum.Bir şey daha biliyorum net göremesem de Rahmetli Dedem akşam namazından çıktıktan sonra sahildeki caminin denize bakan balkonunda mahalleli emsalleriyle birlikte oturmuş bize bakıyor. Bu eski denizcilerin en büyük zevkidir orada oturup kritik yapmak. Hala hafızamdadır.Dedem şöyle der Rahmetli Fırıncıya “Bizim uşakla yine ağı açık düşürdüle elli sefer de dediydim.” der. Fırıncıda ona “Dokunma uşaklara kimin nasibi olacağı belli olmaz.” der. Böyle dedikodu yaparlar bir sürü eski denizci.(Yeri gelmişken söyleyeyim 22 ekim 1990 günü çok sevdiğim ve başarılı olduğum balıkçılığı bırakıp üniversiteye gitmeme sebep olan yine bu iki Rahmetlinin dedikodusudur.Bir arada onu yazarım.) Bu arada kayığı sandalı kerteriz alıp kıyıdan akıntıyı hesap ederler. Akşam avında balık çıkmazsa ertesi gün fırça atmak için çalışma yaparlar. Ana tekne ağı çekmeye başlayana kadar ayrılmazlar oradan, ana teknede çalışma başlayınca teknede ışıklar yanar, onlarda başlarlar ağ da balık olmadığını tahmin etmeye.Eğer balık çıkmazsa ağı çabuk toplardık.Ama balık olursa ağdan balık ayıklamaktan dolayı bu toplama süreci saatler sürerdi.Bu yüzden biz eve haber vermeden balık tutup tutamadığımız bilinirdi. Hatta limana dönmeden ışığımızı takip eden kabzımallar balığımızı almak için iskelede sıraya girerlerdi.
Metal parlak el fenerinin ışığında lüxün ispirto haznesine ispirto koyuyorum. O zamanlar küçük plastik ispirtoluklar vardı. Uçmasın diye ağzına kalem tepesi kapatır cebime koyardım. Sonra ispirtoyu tutuşturdum. İspirto fitile giden gaz borusunu ısıtır ve gazın buharlaşmasını sağlar. Bu arada iğne denilen gaz çıkışını ayarlayan kelebek kapatılır. Bir yandan da depoya yanda bulunan pompayla hava basılır.Resimde görülen lüxte yeni fitil takılmış ve hiç yanmamış.Yanınca o fitil top hale döner,iyice büzüşür.İkinci resimde yanmış hali görünmektedir. Lüxün arka tarafındaki ortadaki siyah yuvarlak şey iğne kelebeği, yine bizim bakış yönümüze göre sağdaki şey hava basılan pompa, soldakide gaz doldurma kapağı ve göstergesidir.Yeni modellerde gösterge olurdu.Benim lüxümde yoktu. Ama aralıksız 4-5 saat arası yanardı. Gözümü almasın diye 180 derece ışık verecek şekilde sigara paketlerinden çıkan jelatinle diğer 180 derecelik kısmını kapatırdım. Böylelikle hem tek yönü aydınlatırdı hemde gözümü almazdı.Zaten ihtiyaç olmadıkça dışarı çıkartmazdık.Hafif gazda ambarda eğrilerin arasına oturtur yönünü kıç altına bakıtırdım. İğne kelebeği aynı zamanda gaz ayarıydı.Bunu çevirerek kısıp açabiliyorduk. Piknik tüp vanası gibi.
------
Neyse ben bunlarla uğraşırken vakit bayağı geçmiş .Gözüm karanlığa alışsın diye ambara bakmıyorum zaten lüks sandalın kıç altını aydınlatıyor ama sızan ışık huzmeleri görüş bozukluğu yaratıyor. Etrafı sezmeye başladım o da ne bizim ev ve cami hatta mahalle gözden kaybolmuş. Hemen kerterize almaya çalıştım Açıktaki kayığın tepe lambasına baktım benden daha batıda ben daha fazla akmışım demekki dedim kendi kendime. Kıyıda akıntı daha fazla öyleyse dedim. O sırada bize göre doğuda olan limanın üzerine gelmişiz bile. Çok hızlı doğuya akıyoruz.Tam o sırada yeşil mendireği bir ışık döndü ve eyvah dedim. İçeride bir maden gemisi vardı o hareket etmiş. Normalde doğuya gider Samsun’a rota tutar.Ama balık sezonu olduğu için limandan çıkasıya açığa vurdu rotayı. Kırmızısını görürken bir anda yeşilinide gördüm. Önce bocaladım ardından ambardan lüksü kaptığım gibi çıktım kaynanın üzerine. Elimde sağa sola çeviriyorum. Gemi acı acı bir öttürdü düdüğünü. Koca bir projektör herkes vardiya da. Allahtan mevzuyu bilen bir zabit takımı varmış.Hemen sancak alabanda yaptılar.Bu arada bende sandalı ağdan çözdüm. Gemi dönmezse küreklere asılır kaçarım diye düşünmüştüm. Neyse gemi hızla uzaklaştı ama benim gözümü ışık aldı ağı göremiyorum. Hemen lüksü tamamen söndürdüm.Nasıl olsa el feneri var yakarım tekrar diye . Çok hızlı karar vermem gerekiyordu sandal mı hızlı aktı ağmı hızlı aktı diye. İçimden bir ses ağ daha hızlı aktı dedi başladım doğuya doğru küreklere asılmaya.
Sandal eniştemin yaptığı 4.20 boyunda bir sandaldı. Büyük tekneleri onarırken artan parça tahta ve eğrilerden yapmıştı. Hemde benim için yapmıştı. Çok güzel değildi endazesi de iyi değildi. Hiç kendi rengi olmadı hep artan boyalarla boyandı. Hiç zevkime göre boyayamadım. Hep abuk sabuk renkler oldu. Hatta siyah bile oldu. Nerden ne boyası arttısa garibime onu sürdük. Dedemin yeşil takıntısından uzun yıllarda yeşil olmuştu. Çünkü Kalkancılık teknemiz Çakraz yeşile boyanırdı artan boyada benim sandala.Zaten garibim kürekte de sancağa çekerdi. Bu yüzden sol kolumla daha fazla güç vererek sandalı düz çizgide götürmeyi sağlardım. Bu bende alışkanlık olmuş normal doğru düzgün sandallara da binice bir müddet adapte olamazdım.(Bu sandala bir de yelken yapmıştım bir arada onu paylaşırım.) Bu arada mütevazi olmamam gereken bir konu var. Çok çok iyi kürek çekerdim. İlçemizde ve civar ilçelerdeki tüm deniz şenliklerinde tek çifte ve iki çifte kürek yarışlarının açık ara galibi olurduk,çocukluk arkadaşım Akın’la birlikte. Sonradan üniversite yıllarında da kısa bir süre profesyonel olarak yaptım bu işi. Neyse çok geçmeden ağı buldum. Bunu buraya yazana kadar kimseye de söylemedim.İlk defa burada paylaşıyorum.Ağı kaybettim desem neler olurdu kimbilir. Hemen ağın çımasına kayığı bağladım. Bir derin nefes aldım ve orta kaynaya çöktüm.Hava sıcak acayipte terlemişim.
Ortalığa bir sessizlik çöktü.Karanlığa alıştım neredeyse her şeyi seçip görebiliyorum. Kıyıya sırtımı döndüm. Sahil yollarında virajları dönen arabaların ışıkları gözümü alsın istemiyorum. Sonradan karanlığa adapte olmak zor oluyordu. Biraz su içtim ve küçük sepetle bahçeden topladığım kara incirlerden yiyordum ki bir den bir ses. Deniz karıştı nefes alma sesi gibi sesler. Hemen aklıma değirmen suyu koyunda yaşayan son ayıbalığı ailesi geldi. Ama onlar bu tarafa gelmezlerdi. Çok daha batıda yaşarlardı. Ayrıca daha sessizdiler. Ağdaki balıklarımızı yerlerdi bazende balıkları ağa kovalarlardı. Onlarında ben balıkçığı bıraktıktan sonra nesilleri tükenmiş. Son ailede yok olmuş. En azından bizim kıyılarımızda artık yoklar belki kuzeyde Rusya da olabilirler. Hemen kancayı aldım ayağa kalktım hemen el feneriyle etrafa bir ışık tuttum. Beni korkutan şey bir tifrin sürüsü. Bizim yörede balıkçılar yunuslara tifrin derler. Bazı bölgelerde de mutur dendiğini duymuştum. Ama etrafımdan ayrılmıyorlar. Ağın etrafında dolanmaları iyi değil. Balıkları sıkıştırıp ağa doğru kovaladıklarında iyi ama ağın yakınında olunca hem ağa dolanıp ağı parçalıyorlar hemde ölebiliyorlar. Ayrıca palamutta onlardan kaçtığı için ağa yanaşamıyor. Kısa süre geçmeden sorunu anladım. 100 metre kadar ilerimde mantarlar takırdıyarak birbirine çarpıyor.
Hemen sandalı çözdüm asıldım küreklere. Mantar yakayı elleyerek başladım ses gelen bölüme doğru gitmeye. Artık korkuyorum ağı gözümden kaybetmiyorum. Çabucak geldim sorunlu yere ve bir cızıklama geliyor. Garibim yunus ağdan balık çalarken ağa dolanmış. Resmen hayvan ağlıyor. Hemen odaklandım soruna etrafımızda ki sürü hiç korkutmuyor beni artık. Hemen sandalın bordasından eğildim ve ağı mantar yakasından iskarmoza taktım. Başladım hızlıca ağı ellemeye. Çok kısa sürede balığa ulaştım ve ölmek üzere olduğunu gördüm. Hemen yavaşça balığı kucaklayıp çevirerek ağzını ağdan kurtardım. Ağa zaten zarar vermişti. Epeyce çırpınmış garibim. Gözünü ve bakışını görmeliydiniz. Zaten ağ bayağı yırtılmıştı. Bende kuyruk tarafını kurtarmaya uğraşmadım vurdum bıçağı. Eş zamanlı olarak yunus bir kuyruk vurdu ve kurtuldu. Resmen bayram etti hayvan etrafımda bir tur attı ve mantarların üzerinden bir atladı uzaklaştı gitti. Tekrar doğruldum baktım ana teknede ışıklar yandı. Demekki ağın çekilmesine başlanmıştı. İskarmozdan ağı çıkarttım ve ağın ucuna doğru tekrar yöneldim. Bu sefer ayakta ileri ittirerek kürek çekiyordum ki birden ortalık bembeyaz oldu.
Evet hayatımda gördüğüm en büyük yakamozla karşı karşıyaydım. Her taraf resmen fosfor deniziydi. Sonradan hacmini kıyaslama şansını yakaladığım bir palamut sürüsü gelmiş ağa toslamak üzereydi. Resmen denizin altında ışık yanıyor gibiydi. Ve az sonra uzatmacılık tarihimizin en büyük avlarından birini yapacağımızı tahmin bile edememiştim. Balık bu esnada ağı görmüş geçmek için boşluk arıyor koyun sürüsü gibi neredeyse. Daha önce sandalda ikinci olduğum zamanlarda birkaç kere benzeri şekilde ağa ocak vurdurmuştuk. Ne yapacağımı çok iyi biliyordum. Bu esnada sandalla usulca balık ocağının kıyı tarafından arkasına dolaştım. Sandal ağa bağlı ve tüm halatı kaloma vermiştim. Ambarda bulunan palamut sırığını olanca gücümle suya bir vurdum. Fişekleyen balıklardan her taraf bembeyaz çizgiler oluyordu. Hemen el feneriyle yakıp söndürerek balığı ağa yönlendiriyordum ki büyük çoğunluğu kıyıya yöneldi. O sırada yapılan iyiliğin karşılığı geldi. Kıyı tarafında yunus sürüsü bir geldi eş zamanlı bir iki arabanın uzun huzmeli farları kıyıdan denize vurdu ve balık ocağı geri döndü. Bende başladım olanca gücümle sırıkla suya vurmaya. Bir taraftan yunuslar kovalıyor diğer taraftan ben taş atıyor ve suyu sırıklıyordum. Ve sonunda o balık ocağı geldi ağa bindirdi. Ağı çökertti ve mantarlar battı. Ağda neredeyse takılacak göz bulamayan balık sürüsü batan ağın üzerinden aktı gitti.Yunus sürüsü peşi sıra kovalaya kovalaya gittiler. Ağın 200-250 metrelik bölümü batmıştı ve denizin dibi bembeyaz gözüküyordu.Ağda çırpınan balıklar öyle güzel bir renk cümbüşü oluşturuyordu ki anlatılamaz. Sırılsıklam olmuş ve öyle yorulmuştum ki hemen hızlıca doğruldum ve ana tekneye baktım hala çok uzaktalar.Zannımca iki boy ağ çekmemişler bile demekki açık tarafta da balık vardı. Ağ battığı ve balıklar ölmeye başladığı için ağırlaşıyor. Sandalın bağlı olduğu halat gitar teli gibi gerildi denge sağlamak için kıçta oturuyordum.
O sırada yakamoza çıkan voli teknelerinin sesleri duyulmaya başladı. Hemen tekrar lüxü yaktım. Küçük balıkçı tekneleri yani voli ve uzatma tekneleri genelde ağın üzerinden atlarlar. Sadece boşa almaları yeterli olur. Buna göre dizayn edilirler. Ama neme lazım ben lüxümü hazır edeyimde dedim. Az sonra kendi voli teknemizin sesini onca pancar motor egzos sesi arasında ayırt ettim. Anlamsızca tasarlanmış bir susturucu sistemi vardı. Makine rahat çalışsın diye babam susturucunun deliklerini büyütmüştü. Ayrıca egsoz da su yoktu kuru çalıştığı için çokta ses yapıyordu. Her yerden tanırdım sesini. Bizi kıyıdan takip ettikleri için nerede olduğumuzu biliyorlardı. Bende ışıkla kendilerini üzerime çektim. Kısa süre sonra yanımdaydılar. Onlara büyük bir reis edasıyla ağa ocak vurdurdum hemen buradan da ağa siz yapışın falan gibi talimatlar vermeye başladım. Balığı gördükleri için kimse benim rüzgarıma ses çıkartmadı. Yoksa bir kova su vururlardı tepemden aşağıya. Böylede acımasız bir hiyerarşi var yani. Zaten onlar ne yapacaklarını biliyorlardı. Hemen bendeki halata bosa vurup ağı yukarı almaya başladılar. Altı kişiydiler. Zaten voli kayığımızda hidrolik makarada vardı. Sonra balığı denizde ayıklayamayacaklarına karar verdiler. Uzatma kayığı açıktan kıyıya doğru, voli kayığı kıyıdan denize doğru başladık ağı toplamaya. Fakat ağda öyle bir balık vardı ki yardıma komşularımıza ait iki kayık daha geldi. Dört kayık ağı toplamamız gece yarısı birde bitti.Limana geldikten sonra sabah dokuza kadar ağlardan balık ayıklandı.Herkes seferber oldu. Dedem sabah namazından önce bizi merak edip limana gelmiş resmen şok olmuştu rahmetli. Bende efsane olmuştum, günlerce çeşitli ortamlarda bıkmadan usanmadan anlattım palavracı avcılar gibi. Ama şimdilerde bile o günü yaşayan dostlardan sağ kalanlarla balıkçı kahvesinin çardağında keyifle yad ediyoruz.
Cem Gür: Bu anıları sıkılmadan her okuyusumda kendimi de orada varsayıyorum
Ali San: Bunun üzerine ilave edecek bir şey yok !
Bahaddin Reşid : Gerçekten harika bir anlatım, keyifle okudum, bazı anıları tekrar yaşattı